Friday, December 30, 2011

New Year Resolutions

Wishlist yapmayani dovuyorlarmis...


Happy New Year!

Tuesday, December 27, 2011

Port Hayitbuku


Bana bakiyor. Ruzgar 30 knot olunca ona haber vermeliymisim. Yelken kucultmemiz gerekirmis yoksa tekneyi zorlarmisiz ve buna hic gerek yokmus. Haliyle uzerime biraz sorumluluk alinca benim de hosuma gidiyor. O sol dumende, bense sag dumendeyim. Oyle demesiyle, benim gozum ruzgar gostergesine kayiyor. "Her dakika degil arada baksan da yeter..." diyor ve halime guluyor. Aslinda kendisi ne zaman kac knot ruzgar oldugunu cok iyi anliyor. Benim birsey dememe cokta gerek yok.

Hizimiz 8.5 kts. Resmen dalgalarla dans ediyoruz...Arada serpintilerin dudaklarimda biraktigi tuzu yaliyorum. En cok hosuma giden sey, yelkenin sola kaydigi, hafiften suya girdigimiz anlar...Seyir daha uzun sursun, hic bitmesin istiyorum. Guzelce tutunuyorum, hatta o kadar siki tutunuyorum ki, bir gun sonra kollarim acayip bir sekilde tutuluyor. Arada sirada, arka tarafta cikardigimiz beyaz kopuklere bakiyorum, bazen sagi solu izliyorum.

Sonra seyir arkadaslarima bulantilari olup olmadigini soruyorum. Ohh! Kimsede birsey yok! Onlar da mutlular...Herkes halinden pek bir memnun. Birara uzaktan ve sagimizdan bize yaklasan baska bir tekne goruyoruz. El salliyoruz. Cok degil 10 dakika sonra baska bir tekne karsimizda beliriyor. Onlara da gecerken selam veriyoruz. Etrafin bu kadar kalabalik olusuna acikcasi birazda sasiriyoruz. Haritadan yolumuzun kisaldigini gordukce ben biraz uzuluyorum. Olmaz, biliyorum ama genede "Hadi simdi geri donelim?!" diye soruyorum. Hepsi guluyorlar.

Bir sure sonra koya giriyoruz...Koydaki iskelede bizi isteksizce karsilayan gorevli, halatlarimizi baglamamiza yardimci oluyor. Kim oldugumuzu sorup kisaca merhabalastiktan sonra, istersek karsidaki dukkanda pizza yiyebilecegimizi soyluyor. Hic orali olmuyoruz tesekkur ediyoruz. Yerlestikten sonra, kisa bir yuruyuse cikiyoruz, hemen suyun sicakligina bakiyorum. Epey ilik oldugunu farkediyorum, "Girer miyiz?" bakisi atiyorum ama bana usudugunu soyluyor. O girmeyince benimde tek basina pek denize giresim gelmiyor.

Sonra tekneyi bagladigimiz iskeledeki pizzacida bira patates yapalim diyoruz. Karnimizi doyurmamaliyiz, ama aksama da cok var. Iceri giriyoruz, once patates, sonra dayanamayip ortaya bir tane pizza ismarliyoruz. Ardindan da bir tabak hamsi...Kendi capimizda takiliyoruz, sominede yanan ates, yorgunluk ve bira bizi biraz mayistiriyor. Hayallerimizden, kolladigimiz firsatlarimizdan ve yasadiklarimizdan bahsediyoruz.


Birara servis yapan garson, elindeki yilbasi fisegini gosterip, onunla yilbasi gecesi bulundugumuz yere cok yakin Yunan adasini vuracaginin sakasini yapiyor. Biz dayanamayip "Aman savas mi cikaracaksiniz?" diyoruz. Zaten film de ondan sonra kopuyor.


Arka masada adinin Safiye oldugunu ogrendigimiz emekli yuksek hemsire bize donup, bir yilbasi gecesini, benzer bir olay sebebinden nasil dagda gecirmek zorunda kaldiklarini anlatiyor. Sahilde patlatilan yanici bir madde yuzunden Jandarma Yunanlilar koye saldirdi diye tum koy sakinlerini daga cikarttiriyor, sahilde nobet bekliyorlar. Anlattiklarina guluyoruz, derken laf lafi acmaya basliyor ve o dakikadan sonra iceri yavas yavas birkac kisi daha damliyor. Yan taraftaki masalar azar azar doluyorlar. Biraz cekingeniz tabi. Biz dort kisi yabanciyiz ama ordaki herkes birbirini taniyor. Hatta kimisi birbiriyle akraba.



Bize halati atan, iskelede bizi ilk karsilayan adinin Ali Ihsan oldugunu ogrendigimiz Albay emeklisiyle konusmaya basliyoruz. Esmer, gozluklu ve ince uzun biri. Elinde bir raki kadehi, hafif hafif atistirirken, Safiye'ye dalgaci bir sesle "Karimi bekliyorum, dogum gunu partisine gitti hala donmedi bende kendimi ickiye vurdum hala bekliyorum." diyor. Haliyle bu dediklerini bizde duyuyoruz ve guluyoruz. Derken aramizda hafif bir muhabet basliyor. Tam o sirada iceri Ali Ihsanin karisi Esin (emekli ilkokul ogretmeni) ve tum dogum gunu partisine katilan kalabalik ekip geliyor. Hepsi ile tek tek tanisiyoruz, tanistiriliyoruz. Dogum gunu partisinin Ruya'nin kizina ait oldugunu ogreniyoruz. Ruya Italya'da sahne sanatlari okumus. Mor salvari, mor tshirtu, mor bolerosuyla alternatif bir giyim tarzi var. Sari saclari beline kadar. Kafasina esmis, (belkide canina tak etmis) kiziyla, kopekleriyle o koye tasinmis. Ruya'nin sevgilisi de ordaymis. Hatta ortaya bizim pizzayi yapan Ruya'nin sevgilisi Nadirmis. Onla da tanisiyoruz. Nadir, birara bize bir pizza daha hazirliyor, onu bize ikram ediyor. Fotograflar cekilmeye basliyoruz, laptoplar hoparlorlere baglaniyor, sarkilar, yoresel turkuler soyleniyor. Kalkip harmandali oynayanlar mi ararsin, gobek atanlar mi...Muhabbet, samata iyice bir ilerliyor. Sanki orda bulunan herkesi yillardan beri taniyor gibiyim. Nasil guzel bir duygu anlatamam.

IIerleyen saatlerde ben kendimi Zeki Muren esliginde, sirasiyla Nejat'in, Ali Ihsan'in, Onur'un ve Nadir'in kollarinda buluyorum. Birara "Burada sigara icilmez tabelasi" onunde sigara yakiyorum...Kurali sallamayan bir ben degilim tabi, iceride zaten duman alti olmusuz:) Sarhoslugum, biradan mi yoksa mutluluktan mi tam kestiremiyorum. Kac bira icmisim, sayisini unutuyorum, etrafimdakilere filan soruyorum. Sonra gitme vakti yaklasiyor, bizimkilere hic katilasim yok ama eger kalirsam da orda kalirim, biliyorum...Bende tekneye donuyorum.

Tekneye geri donerken, iskele uzerinde balikcilari goruyoruz. Tekneden portakal ikram ediyorum, balik tutmak istediklerini ama bir kac gunden beri Badem civarda oldugu icin, koyda cok balik kalmadigini, hepsinin Badem tarafindan bitirilmis oldugunu soyluyorlar. Dolayisiyla geceden epey bir umitsizler. Gulusuyoruz, tekneye gecip arkadasimin hazirladigi meyve tabagini yerken arka fonda adini hala ogrenemedigim o CD caliyor. Hepimizin yuz kaslari gulmekten agriyor, icerideki o insanlarin enerjisi bizi o kadar sasirtmis ki birbirimize gordugumuz o hayatlarin gercekten varolup olmadigini soruyoruz.

Sonra gece biraz daha sessizlesip, dinginlesiyor, az once yasadiklarim ve ictiklerim etkisini biraz daha gosteriyor, hafiften uyuklamaya basliyorum...2011'in en guzel gunlerinden birini yasadigimi dusunuyorum. Fonda Fikret Kizilok var bu sefer...Simdi artik seni koklar yanlizligim, seni arar seni sorar sevda cicegim diyor...Gozumu kapatiyorum, arkama yaslaniyorum, ani dondurmak, hicbiryere kipirdamamak istiyorum.

Wednesday, December 21, 2011

Piyango...

Kislarin ortalama -15/-18 civari gittigi yerde yasayan biri olarak, son zamanlarin en ilik kis mevsimini yasiyor ve hala kardan dogru duzgun nasibimi almamisken, Mugla gibi bir yerde cumartesi gunu kar beklenmesi nasil bir ironidir? Sans mi yoksa sanssizlik midir?


Monday, December 19, 2011

Cok guldum buna...

Kafam ve gecem yuz parca olmus, birara nasil olduysa arka fondan gelen muzigin gittigini farkettim. Neden durdu bu Last Fm diye ekrana bir baktim ve bakin ekranda neyi gordum:



Gece gece cok guldum bu yazdiklarina :D Ancak o sarkastik ayi resmi ile birsey mi kastetiler onu anlayamadim :))) Bu mutluluk beni bir iki saat daha ayakta tutar!

Sunday, December 18, 2011

Beg Bicycles...

Bu Beg bisikletleri burda 2 gunde disarda birakmazlar. Parca parca calarlar gibime geliyor. Alicak olsam yatak odama filan kilitlerim sanirim...


Pembe gonlum sende!

Wednesday, December 14, 2011

Learn Something Everyday


Gereksiz seylere ilgi gostermek konusunda ustume tanimam...Benim gibiler icin tasarlanmis binlerce internet sitesinden sadece bir tanesi de learn something everyday. Ne kadar gereksiz sey varsa tiklayip ogrenebilir(si)diniz. Ogrenebilirdiniz diyorum cunku site uzunca bir sure bedavaydi. Simdilerde ise icerigi kisitlanmis ve arsivi kitap haline getirilmis. Bu da yetmezmis gibi agustostan itibaren de site yenilenmemis. Acikcasi cok uzuldum. Sanirim kitabini alicam.












Philip Smith Book Art

Muh-te-sem!!! Ancak kitaplarin kaplari boyle guzel olursa ben onlara bakmaktan iclerinde yazani okuyamam. Daha fazla bilgi icin tik! Daha fazla link icinse buraya tik tik!!





Monday, December 12, 2011

Friday, December 09, 2011

Big Boss


Sali gunu patronumun,patronunun patronuyla (Big Boss) yuzyuze 5 dakika ayni masada oturacagim. Sirket CEOsu icin tanri benzetmesi yaparsak, bu adamin rutbesi de peygamberlik gibi birsey oluyor. Adamin ilgisini cekmek, isteklerimi sunmak icin 5 dakikam var. Sadece o kadar. Kendisini bir daha ne zaman gorurum, hatta acaba hayatimda bir daha gorur muyum bilinmez. Bana soru soracaksa isim daha kolay, ama olurda o soru sormaz, bende hazirliksiz gidersem, o 5 dakika 5 saat gibi de gecebilir. Sanirim bu da hic hos olmaz.

Ne giyecegimi, ne soyleyecegimi, elimi nereye koyacagimi, durusumu, hangi kalemimi ve defterimi yanima alacagimi 1 haftadir internetten okuyorum, dusunuyorum. Bir defa sikayette bulunmayacagim, 'Bize sunu alin bunu alin..' diye sik bogaz etmiycem. Onemli konulari zaten patronum konusacak :) Birde adamin basinin etini yemeyin diye tembih de geldi. Sirket hiyerarsisinde bu kadar yukseklerde olan birinin ilgisini ilk iki cumlemle bana cekmeliymisim.

Hersey Hollywood filmlerindeki gibi aksiyonlu olsa keske.
‘…esas kiz, odadan ciktiginda , big boss’u coktan etkilemistir. Esyalarini toparlar ve ilk ucakla terfi ettigi yeni isine dogru yol alir.’

Hayal gucumu yogurt icine dograyip cacik yapasim var…

Tek ortak yanimiz ayni sirkette calismak olan, hatta belkide bulundugum yerde ki varligimdan habersiz bu adamla ben 5 dakika da ne konusayim? Yaraticiliginizi yorumlarda bekliyorum.

Benim aklimda iki soru var: " Basariniz ve firca gibi gur saclarinizin sirri nedir?''


Sunday, December 04, 2011

Bu son...


Evet baydigimin farkindayim. Ama biliyorum ki aranizda tür tayini yapmayi seven okuyucularim var :))) Bu fotograf onlar icin gelsin :)

Yer, Brač.

Resmin kalitesi, kelebegin guzelligini anlatmak icin cok cok yetersiz. Bence lacivert, sari, gri ve kahverengi sadece bir kelebek kanadinda bu kadar guzel bir harmoni olusturabilir.

(sisesinin agzi, kelebegin boyutunu anlamaniz icin oraya bilincli yerlestirildi.)

Thursday, December 01, 2011

Mandarin Duck


Evdeki tum bayat ekmekleri bir posete koyup evime cok yakin olan göletin yolunu tuttum...Varir varmaz, posete yonelmemle birlikte karsi taraftaki tum ordekler beni farketiler ve bana dogru yuzmeye basladilar Bu kadar acikgoz olmalari ve ne niyetle oraya geldigimi anlamalari beni guldurdu. Ekmekleri ve kirintilari once ayagimin dibine serpistirdim ama hepsinde o bilmis tavir vardi "Sen cekilmedikce, o kirintilara dokunmayacagiz!''...
'Aman tamam beee' dedim icimden 'Siz kazandiniz...', bir iki adim geri cekildim. Kendilerini guvende hissedenler basladilar cimenlerin arasindan ekmek parcalarini bulmaya...Hatta bir iki tanesi kapisip, kuyruklarini kafalarini filan gagaladilar ama kavga sadece birkac saniye surdu. Sonra surunun icinden bir tanesi gozume carpti.
O buyuleyici renkleriyle karsimda duran erkek bir Mandarin Duck'ti. Yanlis bilmiyorsam bu ordekler genelde cok sik dogada gorulmuyorlar. Yasadigim yerin belediyesi tarafindan oraya birakilmis olmasi da bence imkansiz. Cunku parkta oylece yuzmeye birakilmayacak kadar da pahali ve degerli bir hayvan. Ustelik gerek Avrupa'da gerekse diger kitalarda bu ordek turunun soyu tukenme tehlikesi icinde. Cok buyuk bir ihtimalle ve internetten de okudugum uzere suruden kacmis olabilir.
O gunden sonra ne zaman goletin yanindan gecsem, acaba orda midir diye bakmadan edemiyorum. Gorunurlerde yok tabi ki. Umarim basina bir is gelmemistir. Keske bizim golette kalip kalbine gore temiz bir bayan ordek bulup bolca yavrulasa :P :P Goletimiz daha bir senlense ve renklense...