Friday, August 24, 2012

Temizlikten cikan

Ayni evi, bilgisayardaki dosyalari, mailleri temizler gibi,  blogu da arada bir elden gecirmek gerekiyor. Blogda "Aman acelesi yok! Sonra bir ara yayinlarim..." dedigim 128 tane draft vardi. Iclerinden bir tanesi de buydu. Saymadim ama epey kose yazisi toplamisim. Asagidaki yaziyi her okudugumda icim fena bir burkulur. Belki siz de seversiniz, belki de sevmezsiniz...


Sonlar Kusagi

"BİZDEN bir ya da iki önceki kuşak bizim kadar çok 'son' görmedi. İlişkilerde bizim kadar çok son yaşamadılar. İşlerine bizim kadar hızlı son verilmedi, bizim kadar yeniden başlamak zorunda kalmadılar. Her son, yas demektir. Sonlandırdığınız şeyle ilgili ne kadar az şey hissederseniz hissedin bu, böyledir. Dolayısıyla bizler mutluluğun peşinden koşan ve aslında neredeyse aralıksız yas tutan bir kuşağız. Sevgililerin, arkadaşların, işlerin, evlerin, mahallelerin yani terk ettiğimiz her şeyin yasıyla doluyuz. Düşünün, anneannenizi düşünün..." Böyle bitirmiştim "Aldatılmış Kuşak" yazımı. Mutluluk diye, ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyin peşinden koşmaya esir edilmiş bir kuşak olarak aslında "Sonlar Kuşağı" olarak adlandırılmamız gerektiğini söylemiştim. Oradan devamla... 

 'SORUN SENDE DEĞİL...' 

Ne kadar söylerse söylesin, istersen bin kere "Sorun sende değil, bende" desin, her ilişkinin sonu bir beceriksizlik yasıdır. İstersen kendin terk et. İstersen umurunda olmasın terk ettiğin sevgili... Yine de işte. Becerilememiş bir ilişkinin cesedi vardır ortada. Yürüyüp giderken sırtına eklenecek, giderek ağırlaşacak bir ölü daha. Her yeni ölüde, bir ikindi vakti, yalnız başına oturduğunda yapacağın toplu sayıma dahil edilecek biri daha. Ne çok ihtiyarlar insan o ikindi geldiğinde. Düşün anneannen kaç kere terk edildi, kaç kere terk etti? Sırtında, senin sırtındaki kadar çok ölü olmadığı için belki ikindi olunca aklına börek yapmak gelebildi. 

 KÜÇÜLME HA? 

İsterse en güzel şeyleri söylesinler seni gönderirken, isterse sen emin ol kendinden, işini ne kadar iyi yaptığından, istersen bil sonuna kadar haksızlık olduğunu işten atılmanın yine de işte... Oyundan atılmaktır işten atılmak ve nasıl acıttıysa vaktiyle seni bu, aynen öyle, aynı yerinden işte. Onların da bir beceriksizlik yası vardır üzerinde. Sonra yeniden başlamak için kendine yokuş yukarı taşıttığın cesaret kayaları... Sonra yeni baştan... Onların yası yok mu yani şimdi üzerinde? Çizik çizik aklın, bilmiyor musun sanki? Anneannen kaç kere işten atıldı? Muhtemelen hiç. Bu yüzden belki yarın yokmuş gibi çiçekleri sulayabiliyor şimdi. 

SONSUZ KİRACI 

Kaç ev bıraktın arkanda? Bir IKEA turu daha ve işte bir ev daha! Sonra belki bir kez daha bozulmak üzere. Kaç tane kütüphanen oldu? Kaç yatağın? Biriktirdiklerin geride kalsın ve yeniden hep sanki yeni bir deftere başlıyormuş gibi başlayabilesin diye mi almadın yanına o eşyaları? Bütün o evler, terk ettiklerin, balkonlardaki boş saksılar kadar hayal kırıklığı. Anneannen kaç ev değiştirdi? Belki de hiç. O yüzden belki hâlâ aynı çekmecede duruyor yüz yıllık kahve değirmeni. Sanki pişman olduğu hiçbir şey yokmuş gibi. Kendini affetmiş insanların birikebilme, biriktirebilme huzuru. 

 MANTO

Bir manton var mı? Yirmi yıllık bir manton var mı senin? Mantoları kötü yapıyorlar diye değil, o kadar çok son yaşamış bir mantoyu saklayıp da bütün o sonları hatırlamamak için tutmuyoruz eşyalarımızı. Fazla hikâye biriktirmiş oluyor eteklerimiz. Sonlarımızı hatırlamamak için atıyoruz eşyalarımızı. Yoksa hiçbirimiz çok zengin değiliz. Ama içinde o ağladığın günü yaşadığın pantolonu bir daha giymek... Bir son daha olmasın diye... Dua etmek değil, bütün bir hayatımızı dua yapıyoruz. Bu yüzden bu kadar çok yeni şey alıyoruz. Bu yüzden bu kadar çok "şeyimiz" var. Şeyler, bizim nafile, küçük dualarımız. Hayata küçük ve beceriksiz ellerimizle maya çalıp duruyoruz. Her cumartesi yeni bir hayatın ihtimali olarak kendimize bir gömlek alıyoruz. 

 AĞIRLIĞI DÜŞMESİNE YETMEYEN 

Bence biz... Söylemeyeyim diyordum ama söyleyeyim gitsin: Ağırlığı düşmesine yetmeyenleriz. Kanatlarımız küçüklükten dermansız. Yaslarını yok sayanlarız biz. Bu yüzden bu kadar çok hareket etmekteyiz. Sonların Kuşağı bizimki. Tedavimiz ne önceki ne de sonraki kuşakta. Biz böyle dermansız, birbirimizin yaralarını yalaya yalaya, kimsenin kimseye faydası dokunmadan tam olarak, ölüp gideceğiz.


2 comments:

Anonymous said...

Sonuna kadar sen yazdın diye okudum, meğer başkası yazmış. Yine de çok uzun zamandır okuduğum en güzel, en güzel şey.

Kız kıza toplandık said...

'Kendini affetmiş insanların birikebilme, biriktirebilme huzuru.' gibi bir cumleyi ben kuramazdim sanirim...

Bu kadini cok seviyorum, keske benim arkadasim, komsum filan olsa da, arada kahve icmeye gitsek, uzun uzun konussak diye aklimdan geciriyorum...